Loading...

Faydali Bilgiler


Ö Ğ R E N D İ M
.Geniş ve rahat olmayı öğrendim... İman ve Ölümün dışında hiç bir şey göründüğü kadar önemli ve acil değil...
.Coşkulu ve neşeli olmadığım zaman, bunun hiç kimsenin suçu olmadığını ve gülümsemem gerektiğini öğrendim...
.Cesur ve dürüst olmayı; değilsem bile öyle davranmayı öğrendim...
.Cazibemle 15 dakika idare edebildiğimi, ama ondan sonra mutlaka bilmem gereken bir şeyler olduğunu öğrendim...
.Hemen hemen hiç kimsenin sır saklamadığını öğrendim!...Çünkü herkes, "birine söylemek ihtiyacı" hissediyor...
.Cevabını bilmediğim ve emin olmadığım konularda "Bilmiyorum" demenin daha faydalı olduğunu öğrendim...
.Fazla konuşmayıp ağzımı kapalı tuttuğumda, fazla hata yapmadığımı öğrendim!...
.Başarıya çıkan bir "asansör" olmadığını, tırmanmak gerektiğini öğrendim...
.İnsanların bana -layık olduğum ve benim izin verdiğim şekilde- davranabildiklerini öğrendim...
.Kıskançlığın, mutluluğun düşmanı olduğunu öğrendim...
.İnsanların kendinden daha az başarılı insanlarla, başarısını; mutsuz insanlarla da mutluluğunu konuşmaması gerektiğini öğrendim...
.Başkaları için kötü,olumsuz düşünüp acımasız ve kırıcı olanların, aslında güçsüz kimseler olduğunu ve sevgiyi sadece güçlü insanların bildiğini öğrendim...
.İnsanlara artık kızmıyorum... Çünkü, hayatlarında hataları, sorunları, mutsuzlukları olan insanların, karşılarındakileri kendi yerlerinde görmeye çalıştıklarını öğrendim...
."Ben bu hatayı nasıl yaptım?" demek yerine, en mükemmel düşünenlerin bile hata yapabileceğini; önemli olanın, ders alıp yinelememek olduğunu ve yeni hatalardan daha az zararlı çıkmayı öğrendim...
.Hayattaki en önemli çözümün, neyin "önemli  ve öncelikli" olduğuna karar verip gerisini çöpe atmak olduğunu öğrendim...
.BENİ ELEŞTİREN, BANA BİR ŞEYLER SÖYLEME YETİSİNİ KENDİNDE BULANLARA , "CEVAP VERMEME"Yİ ÖĞRENDİM...
ÇÜNKÜ BU TARTIŞMA,  HİÇ BİR ZAMAN BİTMEYECEKTİR...

.*Sadece "ders almak" için arkama bakmayı, sadece "yüksek sesle düşünebilmek" için sorunumu bir başkasına anlatmayı öğrendim...
"Çözüm" için değil...
."İmkânsız" diye bir şey olmadığını, çok istediğimde imkansızı elde edebildiğimi, asıl savaşı kazanabilmek için "küçük çarpışmaları kaybetmeyi" göze almayı öğrendim...
.Zamanımı,sağlığımı ve sözlerimi, dikkatsizce kullanmamayı öğrendim... Çünkü geri alamıyorum...
.Ne kadar çaba harcarsam harcayayım, bazılarının mutsuzluk için her zaman bir "bahane ve sebep" bulabildiğini öğrendim... ARTIK ÇABALAMIYORUM!
.Önemli olan şeyin, başkalarının benim hakkımda ne düşündükleri değil; benim kendim hakkındaki düşüncelerim olduğunu öğrendim...
Kendimi yargılıyorum...

."Affetmek ve Unutmak"... Eğer güçlüysen başarabildiğini ve kin tutmanın beni rahatsız ettiğini öğrendim...
.Nerede ve hangi şartlarda olursa olsun, yaşadığım yeri güzelleştirmeyi öğrendim...
.Sürekli "BEN DÜRÜSTÜM, BEN DOĞRUYU SÖYLÜYORUM, SEN FARKLISIN" diyenlere mesafeli durmayı ve kuşkulanmayı öğrendim!...
.Durum ne kadar vahim olursa olsun, soğukkanlılığımı yitirmemeyi, gülümsemeyi; her şeyi negatif ve kötü düşünen, mutsuz  olan insanlardan ayrı kalmayı öğrendim...
.Beni kızdıran birine cevap vermeden önce, 10 saniye düşünmeyi, nefes almayı ve kendime sakinleşmek için zaman tanımayı öğrendim...
.Bugünkü her üzüntümün ve her acımın, benim yarınki mutluluğumu hazırladığını öğrendim...
.Yapmak istediklerimden asla vazgeçmemeyi, büyük hayallerin gerçeklerden daha güçlü olduğunu ve "başarmanın en kısa yolu" olduğunu öğrendim...
."Kaybedecek neyim var?" demek yerine , yaşadığım her şeyde "kazanacak çok şeyim var!" demeyi öğrendim...
.Hayatı, gereğinden fazla ciddiye almamayı öğrendim...
 




Bir gülümseme;
sevginin ve insan olmanın anahtarıdır.
Bir gülümseme;
iç dünyamızın güzelliklerini, dışa yansıtır .
Bir gülümseme;
bir külfeti yoktur, fakat çok sey kazandırır.
Bir gülümseme;
evde saadet, iş; yerinde muvaffakiyettir.
Bir gülümseme;
başkalarına ikramda bulunmak demektir.
Bir gülümseme;
vereni fakirleştirmeden, alanı zenginleştirir.
Bir gülümseme;
bir an sürer, bazan ise ebediyen yaşar.
Bir gülümseme;
yorgun olan insanı dinlendirir.
Bir gülümseme;
ümitsiz olana neşe ve hayat bahşeder.
Bir gülümseme;
karanlık bir çehreyi aydınlatabilir.
Bir gülümseme;
satın alınmaz, rica ile elde edilemez.
Bir gülümseme;
ödünç verilmez, çalmak da mümkün değildir.
Bir gülümseme;
kendiliğinden verilmedikçe, işe yaramaz.
Bir gülümseme;
ona ihtiyacı olanlara ilâç gibi gelir.
Bir gülümseme;
sevgi köprülerini sağlamlaştırır.
Bir gülümseme;
bazan bir hayat kurtarır.
Bir gülümseme;
bazan bir savaşı da önler.
Bir gülümseme;
bazan gülümseyemeyeni gülümsetir.
Bir gülümseme;
sadaka yerine geçer, sevap kazandırır.
Bir gülümsemeyi,
gülümsemeye ihtiyacı olana bol bol verin!
Bir gülümsemeye,
gülümseyemeyenlerin, ihtiyacı olduğunu unutmayın!
Bir gülümseme için hiç kimse, ona ihtiyaç duymadan yaşayacak kadar zengin ve kuvvetli değildir.

Sevdiklerinizle beraber hep huzur içinde gülmeniz dileğiyle....
BERAT KANDİLİ
 

 

Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş,
sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe
herkesle dost olmaya çalış.

Bağışla ve unut.
Ama kimseye teslim olma.

İçten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş.
Başkalarına da kulak ver.
Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları;
çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.

Yalnız planlarının değil başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.

İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen;
hayattaki dayanağın odur.
Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın.
İşini öyle sev ki; başarılarının bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

 

Hadislerle Berat Kandili

- Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuşlardı:
“Recep, Allah’ın ayıdır. Şaban, benim ayımdır. Ramazan, ümmetimin ayıdır”. Mübarek Recep ayının ardından gelen Şaban ayı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ayıdır. Bu mübarek ayın değerini bilerek, ibadetlerimizi yapmalı, alemlerin Rabbinden af dilemeliyiz.

Şaban ayının önemli özelliklerinden biri Beraat gecesi gibi müstesna bir gecenin bu ayın içinde bulunmasıdır.

Ebu Hüreyre Radıyallahu And’dan rivayet edildiğine göre: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuştur:
—“Şaban ayının on beşinci gecesinin ilk vaktinde Cebrail (a.s) bana geldi; şöyle dedi:
—“Ya Muhammed, başını semaya kaldır. Sordum.
—“Bu gece nasıl bir gecedir? Şöyle anlattı:
—“Bu gece, Allah-u Teala, rahmet kapılarından üç yüz tanesini açar. Kendisine şirk koşmayanların hemen herkesi bağışlar. Meğer ki, bağışlayacağı kimseler büyücü, kahin, devamlı şarap içen, faizciliğe ve zinaya devam eden kimselerden olsun. Bu kimseler tövbe edinceye kadar, Allah-u Teala onları bağışlamaz.

Gecenin dörtte biri geçtikten sonra, Cebrail yine geldi ve şöyle dedi: "Ya Muhammed başını kaldır. Bir de baktım ki, cennet kapıları açılmış.
Cennetin birinci kapısında dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyor: "Ne mutlu bu gece rüku edenlere.
İkinci kapıdan dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: "Bu gece secde edenlere ne mutlu".
Üçüncü kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece dua edenlere ne mutlu." Dördüncü kapıda duran melek dahi şöyle sesleniyordu: -"Bu gece, Allah'ı zikredenlere ne mutlu".
Beşinci kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece Allah korkusundan ağlayan kimselere ne mutlu."
Altıncı kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece Müslümanlara ne mutlu." Yedinci kapıda da bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: "Günahının bağışlanmasını dileyen yok mu ki, günahları bağışlansın.
Bunları gördükten sonra, Cebrail'e sordum: "Bu kapılar ne zamana kadar açık kalacak?
Şöyle dedi: "Ya Muhammed, Allah-u Teala, bu gece, Kelp kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısı kadar kimseyi cehennemden azat eder."

- Hz. Ayşe Radıyallahu Anha anlatıyor: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri, Nıfs-u Şa'ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder."

Berat Gecesinin Mahiyeti ve Önemi

Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticari faaliyetler yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol) ve teftiş edilir. Kâr zarar hesapları yapılır. Kesin hesabın tespitinden sonra da gelecek yılın programı hazırlanarak şeklini alır.
Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tespit işlemleri sayesinde ekonomik hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün olur.
Bu misalin ışığında manevi hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım. Dünya, âhiret hayatının kazanılması için yaratılmış bir manevi ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle ilgili faaliyetlerin de yıllık muhasebeye tabi olması gayet tabiidir.
Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir. Berat Kandili ile başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar.
Duhan Sûresinin 2., 3. ve 4. âyetlerinin Berat Gecesinden bahsettiği bildirilmektedir. Âyetlerin meali şöyle:
"O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur."
Bu âyetler hakkında iki görüş vardır. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece Kadir Gecesidir. İkrime bin Ebi Cehil'in de dahil olduğu bir grup alim ise; bu gecenin Berat Gecesi olduğunu söylemişlerdir. Her iki tefsiri birleştiren diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin ayırımının yapılmasına Berat Gecesinde başlanmakta ve bu işlem Kadir Gecesine kadar devam etmektedir. Bu hikmetli işler nelerdir ve âyetin mânası nedir?

Yıllık kader programı
İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir:
Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her-şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir.
Rızıkla alakalı defterler Mikail Aleyhisselâma verilir.
Savaşlarla ilgili defterler Cebrail Aleyhissalama verilir.
Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil'e verilir ki bu büyük bir melektir.
Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail Aleyhisselâma teslim edilir.
Fahreddin er-Râzî"nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesinde başlar, Kadir Gecesinde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.1
Berat Kandilinin "bütün senede bir kudsi çekirdek hükmünde ve beşer mukadderatının programı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin kudsiyetinde" olması bu manalara dayanmaktadır.2
Kur'ân'ın bu gecede indirilmesi meselesine ise şöyle bir açıklama getirilmektedir:
Berat gecesi, Kuran-ı Kerimin Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamberimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir.

Berat Gecesinin özellikleri
Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesinde mü'min kullarına berat yazar. Zaten bu gecenin dört adı vardır: "Mübarek Gece", "Berae Gecesi", "Sakk Gecesi. Belge ve senet. (Allah Teala bu gece mü'min kullarına beraet yazar)", "Rahmet Gecesi."
"Berat, beraet" kelimesi "el-berâe" kelimesinin Türkçedeki kullanılış şeklidir. Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demektir.
"Berâet" iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Berat Gecesi denmiştir.
Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'dan Mekke'deki Kabe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında Berat Gecesinde gerçekleştiğini kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.3
Berat Gecesinin beş ayrı özelliği vardır.
1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması.
2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması.
3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması.
4. Allah'ın af ve bağışlamasının coşması.
5. Peygamberimize tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması.
Bir rivayette bildirildiğine göre Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam Şâban'ın onüçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat niyaz etti, üçte biri verildi. Ondördüncü gecesi niyaz etti üçte ikisi verildi. Onbeşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak Allah'tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka...
Zemzem kuyusunun bu gecede açık bir şekilde coşup çoğalması da bu manaları kuvvetlendiren kutsal bir işaret olarak yorumlanmaktadır.4

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini çeşitli şekillerde nazara vermektedir.
"Şâban'ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:
"İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. "Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim.
"Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.
"Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder."s
Çünkü o gece İlâhi rahmet coşmuştur. Berat Gecesi beşer mukadderatının programı çizilirken insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenab-ı Hakka iletip isteklerini Ondan talep eden ve belalardan Ona sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna karşılık, her tarafı kuşatan rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan ne kadar bedbahttır.

Bu gece af dışı kalanlar
Peygamber Efendimiz bu gecede af dışı kalanları şu hadisleri ile bildirmektedir:
"Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şâban'ın onbeşinci gecesinde rahmetiyle yetişip herşeyi kuşatır. Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7
"Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8
Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi
Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı:
"Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın
onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."5

Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7
"Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8
Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi
Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhis-salâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı:
"Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."9

İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir.

Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir.
"Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10

Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez.

Berat Gecesi ibadeti
Gecenin manevi değeri dolayısıyla namaz, Kur'ân tilaveti, zikir, teşbih ve istiğfarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır.

İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir

Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir.
"Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10

Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez.

İmam-ı Gazali Hazretleri el-İhyâ'da, Berat Gecesinde yüz rekât namaz kılınması hakkında bir rivayete yer verse de, hadis âlimleri bu namazın sünnette yerinin olmadığını, böyle bir namazın Hicretten 400 sene sonra Kudüs'te kılınmış olduğu tesbitinde bulunurlar. Hatta İmam Nevevi böyle bir namazın sünnette bulunmadığı için bid'at bile olduğunu ifade eder.

Bunun yerine kaza namazının kılınması daha isabetli olacaktır. Bununla beraber kılındığı takdirde de sevabının olmadığı anlamına gelmez.
Çünkü ibadet alışkanlıklarının iyice azaldığı zamanımızda insanların bu vesileyle namaza yönelmelerini hoşgörü ile karşılamak faydalı olacaktır.

Berat Gecesi Duası
Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir:
"Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin."11

Berat Duası
Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır:
"Allahım, şayet ismimi saîdler defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü Sen buyurdun ki, 'Allah dilediğini
siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır."12
Bu idrak ve şuur içinde ihya edeceğimiz Berat Gecesinin hepimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz edelim.

Berat Gecesi Namazı -I
Şaban ayının on beşinci gecesi kılınacak olan namaz ; yüz rekattır. Bu namazın her rekatında, Fatihadan sonra on kere ihlas süresi okunur. Yüz rekat kılan kişi bin defa ihlas süresini okumuş olur.
Bu namaza hayır namazı da denmiştir. Geçmiş büyükler bu namazı toplu halde cemaatle de kılmışlardır. Bu namazın çok fazileti olduğu gibi, hesaplanama-yacak kadarda çok sevabı vardır.

Hasan-ı Basri Rahmetullahı Aleyh'den gelen rivayete göre:
"Otuz sahabeden dinledim, bu namaz için şöyle dediler: "Her kim bu namazı, berat gecesi kılar ise. Allah-u Teala'nın yetmiş rahmet nazarı ona ulaşır. Her nazarda, kendisinin yetmiş ihtiyacı yerine gelir. Bunların en küçüğü, Allah-u Teala'nın mağfiretidir.


Berat Gecesi Namazı -II
Berat gecesi kılınan namazlardan biride iki rekat olarak kılınır.
Birinci rekatta Fatiha okunduktan sonra kısa bir sure okunarak rükuya gidilir. Rükudan doğrulur ve secdeye gidilir. Secdede uzun sure kalınır, bu konuda belli bir tahdit yoktur, ne kadar dayanabilirsen.
İkinci rekatta da aynı şekilde Fatihadan sonra kısa bir sure okunur. İlk rekatta olduğu gibi secdeye gidildiğinde yine uzun sure secdede kalınır. Gücünüzün yettiği kadar. Secdeden kalkılır tahiyatta okunacaklar okunur ve selam verilir. Selam ile birlikte eller dua için alemlerin Rabbine kalkar...
Bu namaz hakkında Hz. Aişe Radıyallahu An-hum'a validemiz, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir.
-"Ya Aişe, bu gecenin nasıl bir gece olduğunu bilir misin? Bende
-"En iyisini, Allah ve Resulü bilir." Dedim. Şöyle buyurdu:
-"Bu gece şaban ayının yarısıdır. Dünya işleri ve kulların işleri bu gece Yüce Hakka arz edilir. Bu gece cehennemden azat edilenlerin sayısı; kelb kabilesinin koyunları sayısı kadardır. Bu gece bana izin verir misin"?
-"Olur" dedim. Kalkıp namaza durdu. Ayakta durması hafif oldu. Fatiha suresini okudu; sonra da küçük bir sure okudu. Gecenin yarısına kadar secdede kaldı. Daha sonra ikinci rekata kaktı. Ayakta iken, birinci rekatta okuduğu kadar bir şey okudu. Sonra yine secdeye vardı. Bu secdede dahi, tan yeri ağarıncaya kadar kaldı. Secdede o kadar kaldı ki, bunun için Yüce Allah ruhunu aldı sandım. Bana gelmesi uzayınca, kendisine yaklaştım. Hatta ayaklarına elimi sürdüm. Hareket ettiğini görünce rahatladım. Secdesinde şöyle dediğini işittim:
"Azabından affına sığınırım. Dargınlığından rızana sığınırım. Senden sana sığınırım. Şanın yücedir. Sen kendi zatını övdüğün gibi, seni övemem..."
Sonra kendisine sordum: "Ya resulullah, bu gece secdende bir şeyler okuduğunu duydum. Bunları daha önce okuduğunu hiç duymamıştım. Böyle demem üzerine, bana sordu: "Sen onları öğrenebildin mi"? Bu sorusuna karşılık: "Evet" deyince, şöyle buyurdu:
"Onları hem sen öğren, hem de başkalarına öğret."
ALINTI

 

Kaynaklar
1 Hülâsâtü'l-Beyân. 13:5251.
2 Şualar, s,426.
3 TDİ."Berat" maddesi.
4 Hak Dini Kur an Dili, 5:4295
5 İbni Mâce, İkame, 191.
7 et-Tergîb ve't-Terhib, 2:118.
8 İbni Mace, İkametü's-Salât, 191; Tirmizî, Savm, 38.
9 Tirmizî, Savm:39.
10 Şualar, s.426.
11 et-Tergib ve't-Terhîb, 2:.119, 120.
12 Ra’d Suresi, 39; Mecmuatü’l-Ahzab, 1:597.
 




MİRAÇ KANDİLİ
Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur.
Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur'ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur'ân'da şöyle anlatılır:
“Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” (İsra Suresi, 1)
Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle' anlatılır:
“O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.)
Miraç nasıl oldu?
Miraç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.
Bir rivayette Hz. İsa'nın doğduğu yer olan Betlaham'a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü's-Sahra'nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.
Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr'in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir'de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat'ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur'anın sevabı yirmibine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur'anla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır. ( Said Nursî Şualar: 505)
Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler.
Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü'l-müntehâ'ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra hergün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti.
Hz. Cebrail'in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.
Süleyman Çelebi'nin dediği gibi
“Aşikâre gördü Rabbü'l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti” İnşaallah...
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı., “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu.
Hz. Musa'nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı.
Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail'in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke'ye döndü.
Sabah olunca Kabe'nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam de onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.
Ama yine de Peygamberimizden üst üste Miraça çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs'e, Mescid-i Aksâ'ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, “Bir ayda gidilebilen Bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz ettiler, ardından da Mescid-i Aksâ'yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ'yı bize anlatır mısın?” diye Peygamberimize soru yönelttiler.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:
“Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü'l-Makdis'i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, ‘Beytü'l-Makdis'in kaç kapısı var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü'l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.”
Bunun üzerine müşrikler:
“Vallahi dos doğru tarif ettin” dediler, ama yine de iman etmediler.
O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir “Sıddîk, tereddütsüz inanan” ünvanını aldı.
Peygamberimiz neden mirac’a çıktı?
Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz'i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz'i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.
Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi'râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.
Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi...
Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir?
Soru: “Bize herşeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?”
Cenab-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır, fakat herşey O’ na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak herşeye yakındır, ama herşey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.
Bir insan nasıl göklere çıkabilir?
Soru: “Bunun bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10-15 bin metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak Ay'a ve Venüs'e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?”
Yerküremiz, yani Dünya bir yılda yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman'ın Arşına çıkaramaz mı?
Peygamberimiz sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı?
Soru: "Öyleyse ise neden Miraça çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?"
Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir.
Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.
Zaten Cenab-ı Hak Cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir.
Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü'1-Me'vâ'nın gövdesi olan Sidretü'l-Müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir.
Peygamberimiz Miraça sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.
Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi?
Soru: "Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?"
Cenab-ı Hakkın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 360 km/sn'dır.
Acaba Peygamberimizin lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?
Yine bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.
Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir.
İşte Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Burak'a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.
Miraçın benzeri bir olay var mıdır?
Soru: "Peygamberimizin Miraça çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?"
Miraçın çok örnekleri vardır:
Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir.
Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir.
İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraçla kâinata arkasına alarak İlâhî huzura girebilir.
Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor.
Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arşa, Arştan yeryüzüne gidip geliyorlar.
Cennette, Cennet ehli mü'minler, Cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.
Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü'minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem Efendimizin bir anda Miraça çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.
Miraçla gelen hediyeler
Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü'min ruhlara manen şöyle diyordu: “Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.” Böylece mü'minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.
İkincisi: İnsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.
Mü'minler merak ediyorlar. “Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık” derken, İki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.
Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.
Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü'minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. “Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz” buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.
Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, “Sen paşa oldun” dense ne kadar sevinir.
Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, "Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah'ın rahmetine gireceksin" dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz.)
Miraç Gecesi Namazı
Miraç gecesi kılınacak namaz on iki rekattır. İki rekatte bir selam verilerek kılınacak olan namaz on iki rekat ile bitirilir. Her rekatte Fatihadan sonra on kere ihlas okunur. Kılınma zamanı yatsı namazı kılındıktan sonra, imsak vaktine kadar ki herhangi bir vakit olabilir. Bu oniki rekat namaz bittiği zaman selamdan sonra yüz defa :
“Sübhanallahi vel hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim” duası okunur.
Ardından da yüz kere istiğfar yapılır.
Miraç Gecesinin Gündüzünde Kılınacak Namaz
Miraç gecesinin gündüzünde öğlen namazını kıldıktan sonra sonra dört rekat namaz kılınır.
Bu namazın;birinci rekatında Fatiha’ dan sonra bir kere Felak suresi, ikinci rekattan sonra bir kere Nas suresi, üçüncü rekatta üç kere Kadr suresi, dördüncü rekatta elli kere İhlas suresi okunur.
Kaynaklar:
1. Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 31. Söz
2. Mübarek Aylar Günler ve Geceler
3. Üç Aylar İbadet Rehberi






Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyormuş.
 

Türk milleti İslâm dini ile 9’uncu yüzyılın ilk çeyreğinde tanışmaya başladı ve Yılmaz Öztüna’nın ifadeleri ile 10’uncu yüzyıla kadar yavaş ve 10’uncu yüzyıldan sonra ise büyük bir hızla İslamiyet Türkler arasında yayıldı ve nihayet öyle bir hâl aldı ki, Haçlı dünyasında bir Hıristiyan İslâm dinine geçtiğinde ona,  “Türk oldu!”  denildi. 
İslâm dini Hz. Muhammed aleyhisselâm tarafından milâdi 610 yılında tebliğe başlandığına göre Türklerin İslâm dini ile tanışması ve onu benimsemesi arasında neredeyse 350-400 yıl var demektir. Lâkin ilk Türk’ün İslâm’a girişi ile Peygamberimizin İslâm’ı tebliğ ettiği yıl, aynı, yani milâdi 610’dur. Evet, bir Türk İslâm’ın Mekke döneminde Hz. Muhammed’in dâvetine evet demiş ve azılı İslâm düşmanı Ebu Cehil’in çok ağır işkencelerine maruz kalmış ve nihayet yine o pis Ebu Cehil’in bağrına sapladığı mızrağı ile şehit olmuştur. Ve  İslâm’ın ilk şehidi işte Bu Türk evlâdıdır. Allah (c.c.) katında şehitlerin durumunu bu dini az buçuk bilenler bilir ve Allah kendisi için İslâm kimliği ile ilk şehit olanın bir Türk evladı olmasını murat etmiştir. Siz siz olun gazilik ve şehitlik kavramları ile mücadele eden ve Türkler zorla Müslüman oldu yalanını yayan odak ve dudaklara aldanmayın ve sorun,  “Türkler zorla Müslüman oldularsa, dünyaya hakim oldukları dönemde niye dinlerinden vazgeçmediler?”  
Peki, kimdir Müslüman olan ilk Türk? 
O, Sümeyye validemizdir. 
Sümeyye’nin Türk olduğunu Türk olmayan ve ilmî otoritesi İslâm ve Batı dünyası tarafından saygı ile kabul edilen Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’tır. Hamidullah’ın tarihi kaynaklardan çıkarttığına göre Taif’te,  el Haris bin Kalede isimli tedavide usta çok ünlü bir doktor vardır. İran bölgesinden valiler bile tedavi için ona gelmektedirler. O yıllarda da İran bölgesi Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir bölgedir ve Sümeyye validemiz Übülle Valisi’nin yanındadır ve o adı Pamuk’tur. Gün olur Übülle valisi Taif’teki meşhur doktora tedavi olur, memnun kalır ve Pamuk’u Haris bin Kalede’ye cariye olarak hediye eder, Taif’e gelen Pamuk’un ismi Sümeyye olur. Sümeyye birkaç defa evlenir, son evlendiği kişi Yemen Yasir’dir, Yasir’den oğlu Hz. Ammar doğar. 
Yine İslâm’ın ilk yıllarını az buçuk bilenler Mekke’de kabile ve soy sop dayanışmasının ne kadar önemli olduğunu bilirler. İşte bu ırkçı ortamda Sümeyye Türk’tür, kolu kanadı yoktur. Kocası Yasir, Yemenli’dir, kolu kanadı yoktur. Öyle olduğu için bu aile Ebu Cehil gibilerin kolayca işkence edebileceği bir ailedir. Hz. Sümeyye’nin Türk olduğuna dair bilgileri Prof. Dr. Zeki Velidi Togan,  Prof. Dr. Abdülkadir Karahan ve Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı da naklederler. 
Hz. Sümeyye İslâm’ı kabul ettiğinde artık çok yaşlı idi. Pis Ebu Cehil,  “Sen Muhammed’e aşık oldun!” bile dedi. Ebu Cehil tarafından en şedit işkencelere tabi tutulan Türk kadını Sümeyye inancından bir adım geri atmadı. 
İlk Müslüman Türk ve İslâm’ın ilk şehidi Hz. Sümeyye Ebu Cehil’in işkenceleri altında son nefesini verdiğinde, Allah’ın resulü Hz. Muhammet aleyhisselam şöyle demişti: 
“- Küfrün işi bitti!”  
Ey Türk evladı, ey Türk kadını.. 
Sen işte böyle  “Küfrün işinin bitirilişinde”  Allah’ın seçtiği bir kavimsin. Daha sonra gerçekten de tam 22 milyon kilometrekarede Küfrün işini bitiren millet senin milletin değil miydi? Yalnızca Osmanlı coğrafyasında değil, bugün Asya içlerine kadar küfrün işini adım adım bitiren ve o coğrafyaları İslamlaştırarak bugünkü Pakistan’ın bile temellerini atan senin ataların değil miydi? 
Elhamdülillah, öyleydi.. 
Ve Fahr-i Kâinat Efendimiz, Şehit Türk evladı, ümmetinin yıldızı Hz. Sümeyye’yi o halde gördüğünde,  “Küfrün işi bitti!”  dedikten sonra eklememiş miydi: 
“- İslam’ın zaferi kesinleşti!”  
Diye.. 
İşte Türk anasının mayası ve işte ilk Müslüman olan Türk’ün ümmet ve milleti adına toprağa bir tohum gibi düşmesi.. 
Allah (c.c.) İstanbul’un Fethini de işte bu Hz. Sümeyye’nin nesline nasip etti. Ve Hz. Muhammed aleyhisselam neslinin devamına da bu milleti vesile kıldı.
 

                   Alıntı


Kıtlama Şekerin Hikayesi

Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 "kuruş" fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturunca, parasını sayınca fark etmiş. Kendi kendine düşünmüş "20 kuruşu geri versem mi şoföre?"... Ama içinden bir ses diyormuş ki "çok küçük bir para ve şoförün zaten umurunda da değil. Otobüs şirketine 20 kuruş ne fark eder?. Bu parayı Allahtan gelen bir hediye gibi... düşünebilirim"
İneceği durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki : "paranın üstünü fazla verdiniz."
Şoför gülümsemiş ve demiş ki : "Siz camiinin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi ziyaret etmek istiyordum caminizde, İslam’ı öğrenmek için ve bilerek size fazla para verdim nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim."
İmam inerken nerdeyse bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış-casına bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış, gözlerinden yaşlar dökülerek gökyüzüne bakmış ve demiş ki:
"Allah’ım az daha İslam’ı 20 kuruşa satıyordum!"

İlk Türk ne zaman Müslüman oldu? 
"Erzurum'da, çay içilirken şeker çaya karıştırılmıyor, kıtlama yapılıyor. Bunun çıkışı ise çok ilginç... Eskiden İran'da çaya tatlandırıcı olarak hurma ve üzüm katılıyordu. İngilizler İran'a şeker satmaya kalktıklarında bunu başaramadılar. Sonra İranlı Mollalarla irtibat kurdular. İngilizler Mollaların vereceği fetva karşılığında kazancın % 10'nu teklif ettiler. Nitekim bir Cuma Namazı'nda (İran'da Cuma Namazları o bölgenin en büyük camisinde ve çok kalabalık olarak kılınıyor) Cuma Hutbesi'nde Mollalar şu vaazı verdi: "Siz Allah'ın nimeti olan hurma ve üzümü nasıl olur da çaya katarsınız! Bundan böyle çaya şeker katacaksınız!" Bu vaazdan sonra İranlılar çaya şeker katmaya başladılar. İşler yoluna girince İngilizler Mollalara verdiği % 10 payı satışların iyi gitmediği gerekçesiyle vermemeye başladı. Bunun üzerine Mollalar ikinci bir fetva verdi Cuma Hutbesi'nde: "Gâvur icadı şekeri çaya katmak caiz değildir!..." Bu fetva üzerine İranlılar evlerindeki şekerleri sokaklara döktü... İngiliz firmaları bunun üzerine baktılar olacağı yok, Mollalarla yeniden masaya oturdu. Fakat Mollalar bu sefer % 20 pay istedi. İngilizler çaresiz kabul etti. Mollalar Cuma Hutbesi'nde bu sefer şöyle fetva verdi: "Biz size çaya şeker katmayın dedik ama sokaklara dökün de demedik, şekeri sokağa dökmeyeceksiniz, şekeri çaya batıracak ve böylece gâvur icadı şekere boy abdesti aldıracak ve öyle içeceksiniz!!                   

 


İNANILMAZ AMA GERÇEK...

Okulun ilk gününde,  5. sınıf öğretmeni Mediha hanım sınıfta

Öğrencilerine baktı, birçok öğretmen gibi çocuklara bir yalan söyledi ve  hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi.

        Ancak bu imkânsızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış,  adı Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı.

        Mediha öğretmen, bir yıl önce Mustafa yı izlemiş ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu, sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemlemiş, ilave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu.
        Öyle bir noktaya geldi ki, Mediha öğretmen onun kâğıtlarına kırmızı kalem ile kırmızı büyük işaretlemekten, kalın çarpılar (x) yapmaktan ve kâğıdın üstüne büyük harflerle  zayıf  yazmaktan zevk alır oldu.
        Mediha öğretmenin okuldaki her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu, Mustafa nın kayıtlarını en sona bıraktı.  
        Ancak, onun durumunu  gözden geçirdiğinde, bir sürprizle  karşılaştı.
        Mustafa nın birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
        "Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapar, çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli"  
        İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
        "Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesi ölümcül bir hastalığa yakalandığı için sıkıntı içinde ve evdeki yaşamı  mücadele içinde geçiyor."
        Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
        "Mustafa nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evde ki yaşamı yakında onu etkileyecek."
        Dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
        "Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor."
        Bunları okuyuyan  Mediha öğretmen  problemi kavradı ve kendinden utandı.
        Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri getirdiğinde bile kendini  çok kötü hissediyordu.

 

        Mustafa nın hediyesini alıncaya kadar bu böyle devam etti.

        Mustafa nın hediyesi;  Bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı ile beceriksizce sarılmıştı.
        Mediha öğretmen onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu.
        Paketten,  taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir
bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan
bazıları gülmeye başladı.

        Ama o, bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında
çocukların gülmesi kesildi.

        Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü.
        Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için bekledi. 
        "Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz. '  
        Çocuklar gittikten sonra,  Mediha öğretmen en az bir saat ağladı.

        O günden sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları eğitmeye başladı.

        Mustafa ya özel ilgi gösterdi.
        Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu.

        Onu daha fazla teşvik ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu.

        Yılın sonuna doğru,  Mustafa sınıfın en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri oldu.
        Bir sene sonra, Mediha öğretmen  kapısının altında,  bir not buldu, Mustafa, ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.
        Altı yıl sonra Mustafa dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini,
sınıfında üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.

        Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını, sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı.  
        Yine Mediha öğretmenin tüm yaşamında ki en iyi ve en favori öğretmeni olduğunu yazmıştı.

        Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup geldi.

        Bu kez fakülte diplomasını aldığını, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu.

        Mektupta,  onun hala karşılaştığı en iyi ve unutulmaz  öğretmen olduğunu açıklıyordu.

        Ama şimdi ismi biraz daha uzundu. Mektup söyle imzalanmıştı,
        Prof. Dr. Mustafa Yılmaz ( Tıp Doktoru)

        Öykü burada bitmiyor.
        Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var.
        Mustafa bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu.
        Babasının  birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyor ve evlenme töreninde Mediha öğretmenin damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu.

        Şüphesiz Mediha öğretmen bunu  sevinçle kabul etti.

        Tahmin edin ne oldu?
        Taşları düşmüş olan o bileziği takti.

        Dahası, Mustafa nın annesinin kullandığı parfümden sürdü.  
        Birbirlerini kucakladılar ve Prof.Dr. Mustafa, Mediha nın kulağına şöyle fısıldadı,
        "Bana inandığınız için çok teşekkür ederim, öğretmenim."
        "Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana
getirebileceğimi gösterdiğiniz için"

Mediha öğretmen, gözlerinde yaşlarla,
"Mustafa, yanlış şeylere sahiptim…. Bir fark meydana

getirebileceğimi bana öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum"
 
        Birinin hayatında bir f ark oluşturmaya çalışın.
        Bunu iletin, birinin yüreğini ısıtın,

        Hayatında bir fark oluşturmaya çalışsın.

 

   
GÜNÜN SON DERSİ
 

Gunun son dersinin sonuna gelinmisti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Erdi Cem
hazırlanmamıştı.
Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu.Nihayet zil çaldı. ögrenciler bir anda kapıya yöneldi. Erdi Cem, yerinden kalkmadı. Ağır ağır esyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla ogretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaslarının gitmesini bekliyordu.
Ogretmeni, onun bu halini fark etti:
- Hayrola Erdi Cem, dedi. Eve gitmeyecek misin?

Erdi Cem, son arkadasinin da ciktigini gorunce cevap verdi:
- Sizinle konusmak istiyordum ogretmenim.
- Peki, dedi ogretmeni. Ne soyleyeceksin bakalim?
- Ahmet arkadasimiz var yaâ¦
- Evet, ne olmus Ahmet'e?
- Durumlari pek iyi degil galiba. Annesi, beslenme cantasina pekiyi seyler koymuyor.
- Ee?
- Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettigimi bilirse uzulur. Gunde bir simit parasi biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?



Cebinden bir avuc bozuk para cikarip ogretmenin masasinin uzerine koydu. Nurhan Ogretmen, paraya dokunmadi. Sandalyesine oturup dusundu.Erdi Cem hakkindaki bilgilerini yokladi. Bildigi kadariyla ailesinin durumu pekiyi degildi. Bu caliskan ve sevimli ogrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve dusunceliydi. Zengin bir ailenin cocugu degildi. Buna ragmen yardim etmek istiyordu. Ustelik yardim ettiginin bilinmesini istemiyordu.

Nurhan Ogretmen:
- Dur bakalim Erdi Cem, dedi. Bildigim kadariyla sizin de maddi durumunuz pekiyi degil. Yanlis mi biliyorum?
- Dogru biliyorsunuz ogretmenim. Babam memur. Ama ben de calisiyor, para kazaniyorum.
- Nerede calisiyorsun?
- Simit satiyorum.

Nurhan Ogretmen yine durup dusundu. Iyiligin bu kadarina ne demeliydi simdi. Bunun gerceklesmesi zordu. Onu, bundan vazgecirmek icin bir care bulmaliydi. Bunu yaparken, sevimli ogrencisini de kirmamaliydi. Onunla biraz daha konusursa, belki bir yolunu bulurdu.

Nurhan Ogretmen, Erdi Cem'e dondu:
- Buyuyunce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Cok zengin bir iş adamı
- Nicin?
- Insanlara daha cok yardim etmek icin¦
- Guzel, dedi Nurhan Ogretmen. Bak simdi Erdi Cem, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi degil; bu dogru. Ama sizinki de bundan pek farkli degil. Istersen acele etme; cok zengin oldugun zaman insanlara yardim edersin.Olmaz mi?
- Olmaz, dedi Erdi Cem. Simdi yapmaliyim.
- Neden olmaz?
- Uc sebepten dolayi olmaz.

Birincisi: Bu para zaten benim degil. Iyilik ettigim icin Allah, beni insanlara sevimli gosteriyor. Insanlar da bundan etkileniyor, daha cok simit aliyorlar. Bu sayede gun boyu calisanlardan bile fazla simit satiyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gun iki simit alip guvercinlere veriyor.

Ikincisi: 'Agac yas iken egilir.' deniliyor. Simdiden iyilik yapmayi ogrenmezsem buyudugumde hic yapamam.

Ucuncusu ise daha onemli: Buyudugum zaman cok zengin bir isadami olmak istiyorum. Zamaninda yatirim yapmayanlar buyuk isadami olamazlar.

Nurhan Ogretmen, karsisinda buyuk biri varmis gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pek iyi anlayamadim, dedi.?

- Aciklayayim ogretmenim, dedi Erdi Cem. Simdi, cok zengin olmadigim icin, ancak gunde bir simit parasi kadar yardim edebiliyorum. Bundan fazlasini veremem. Allah, Cennet'i gucu kadar iyilik edene veriyor. Simdi gucum bu olduguna gore Cennet'in fiyati birkac simit parasi kadardir. Eger zengin olmadan olursem birkac simit parasiyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatirim olur mu?

Nurhan Ogretmen'in gozleri dolmustu. Basini 'Evet' anlaminda sallarken Erdi Cem'i evine yolladi.

Sinifa geri donerken okulun bosaldigini fark etti. Esyalarini toplamak icin masasina dondugunde Erdi Cem'in biraktigi parlarin masa ustunde kaldigini fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paralari eline aldi. Hicbir para ona bu kadar kiymetli gelmemisti. Sanki elinde dunyanin en kiymetli incilerini, yakutlarini, elmaslarini tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kiymetliydi. Oyle bu paralar, Bu bozuk SIMIT paralari, Cenneti satin alabilecek paralardi. Sanki hic birakmak istemeyen bir duygu ile simsIki kavradi bu bozuk simit paralarini.



Oturdugu yerden kalkamadi Nurhan Ogretmen. Icinin doldugunu, Tarif edilemeyen duygulara boguldugunu hissetti. Birden bosalan saganak yagmurlar gibi aglamaya basladi. Agladi Agladi.

Kendine geldiginde aksam olmustu. Yavas yavas siniftan cikip okuldan ayrilirken bekci Sadik ' Bozuk Simit paralari ile cenneti satin almak, Bozuk Simit paralari ile cenneti satin almak' diye Nurhan ogretmenin sayikladigini duydu. Bekcinin hayretler icinde ' Ne dediniz hocam ' demesini bile duymayan Nurhan ogretmen bekcinin saskin bakislari altinda aksamin alaca karanligina karisivermisti

ŞİFA  SUNAN MEYVELER
Vitamin ve mineral deposu olan meyvelerin faydaları saymakla bitmiyor.
Yaz aylarının vazgeçilmez meyvelerinden biri olan kiraz güçlü bir ağrı kesici. 20 kirazda 12-25 miligram arası antosiyanin maddesi bulunuyor ve bu maddenin ağrı kesici etkisi Aspirin'den on kat daha fazla.
Afyonkarahisar Özel Fuar Hastanesi dahiliye uzmanı Dr. Mustafa Şahin, vücudun başlıca düşmanı olan kolesterolün hiçbir meyvede olmadığını söylüyor. Dr. Şahin, meyvelerin doğal şeker içerdiğini, ne kadar çok meyve tüketirse beyindeki sinir hücrelerinin de o kadar geliştiği ve meyve yemenin hafızayı canlandırdığını belirtiyor. Meyvelerin mükemmel lif kaynağı olduğunun altını çizen Şahin, vitamin ve mineral açısından çok zengin olan meyvelerin kalorilerinin az olduğunu ve kilo aldırmadığını ifade ediyor. Dr. Mustafa Şahin, güçlü bir ağrı kesici olan kirazda 20 kirazda 12-25 miligram arası antosiyanin maddesi bulunduğu ve bu maddenin ağrı kesici etkisinin Aspirin'den on kat daha fazla olduğu söyledi.
Kolesterolü ve kan şekerini düşüren kirazın, kabızlığı da giderdiğini vurgulayan Şahin, kirazda bulunan flavanoidlerin vücuttaki zehri temizlediğini ve antioksidan etki yaptığını kaydetti. Kirazın nikotinin vücuttan atılmasına yardımcı olduğunu bildiren Şahin, "Böbreklerin taş ve kum yapmasını önler ve varsa zamanla döker. Safra kesesi taşının dökülmesine de yardımcı olur. Ayrıca yüzde oluşan sivilcelerin giderilmesini sağlamaktadır." dedi.
HANGİ MEYVENİN NE YARARI VAR?
Çilek: Strese iyi geliyor, sakinleştirici etkisi var. Sigara dumanının etkilerini azaltıyor. Sigara içilen bir odadayken gün boyunca ağza iki çilek atılması öneriliyor. Çocuk felci ve ağız-deri yaralarına yol açan virüsleri öldürücü etkisi bulunuyor. Kansere yakalanma riskini azaltıyor, mide ve bağırsak zayıflıklarını gideriyor. Safra kesesi hastalıklarına iyi geliyor ve yüksek ateşi düşürüyor. Dişlere ve diş etlerine iyi geliyor, diş taşlarının oluşmasını engelliyor ve cilde canlılık kazandırıyor.
Karpuz: Böbreği temizliyor, astım, damar tıkanıklığı, diyabet, kolon kanseri ve kireçlenme gibi hastalıklara iyi geliyor. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Karpuz çekirdeklerindeki Cucurbocitrin adlı madde kan basıncını düşürmeye ve düzenlenmeye yardımcı oluyor. Kabuğundaki çinko, iktidarsızlığa iyi geliyor.
Kavun: Kanı temizliyor ve antioksidan özelliği bulunuyor. Endişe ve uykusuzluğa iyi geliyor, bağırsak ve cilt kanserine karşı tavsiye ediliyor.
Şeftali: Kalp rahatsızlıklarına ve kansere karşı koruyor. Sindirim sistemini çalıştırıyor ve hazmı kolaylaştırıyor. Böbreklerin ve safra kesesinin düzenli çalışmasını sağlıyor ve idrar sökücü.
Kayısı: Kan yapıcı ve kansızlığa iyi geliyor. Güzel bir cilt ve saç için olumlu etkileri bulunuyor. Özellikle akciğer kanseri, kalp hastalıkları ve kataraktın önlenmesinde yardımcı oluyor. Kemik erimesinin önlüyor, sinirleri gevşetiyor ve uyku veriyor. Kabızlık çeken ve sindirim sisteminde sorun yaşayanlar için faydalı. Sabahları aç karnına yenilen kuru kayısı sindirim açısından faydalı olmanın yanı sıra cilde de canlılık katıyor.
Muz: Kalp ve kas sistemine yararlı. Yorgunluğa ve ishale birebir. Yüksek tansiyonu önleyici özelliğe sahip. Uykuyu düzene sokuyor, ülseri önlüyor ve ülser yaralarının tedavisine yardımcı oluyor. Kolesterolü düşürüyor ve migren ağrısına faydalı. Böbrek ve eklemlerdeki iltihaplanmalarda tedavi edici özelliğe sahip.
Kivi: Başlı başına bir C vitamini deposudur. Bir adet kivide günlük alınması gereken C vitamini ihtiyacından fazlası bulunuyor. Kivinin bitkisel besinleri DNA'yı koruyor. Antioksidan özelliği bulunuyor ve kan şekeri kontrolü için yararlı. Kolon kanserini engellenmesine yardımcı oluyor. Astıma karşı koruma sağlıyor, kan inceltici özelliğiyle kan pıhtılaşması riskini önemli bir şekilde düşürüyor ve kandaki yağ miktarını azaltıyor.
Vişne: Şeker oranı kirazdan düşük olduğu için daha az kalori içeriyor. Ateşi düşürüyor ve susuzluğu gideriyor. Koyu renkli vişneler, açık renklilere oranla daha fazla mineral içeriyor.
Armut: Kalp, damar sağlığı, alçak kan basıncı ve fiziksel performansa iyi gelen vitaminleri barındırıyor. Yüksek tansiyonu olanlar ve böbreklerinde sorun yaşayanlar için faydalı. Kansızlığa ve kabızlığa iyi geliyor.
Üzüm: Böbreklerin çalışmasını uyarıp kalp atışını düzenliyor. Karaciğeri temizliyor. Siyah üzüm, kabukları ve çekirdekleriyle yenirse hücre yeniliyor. Sindirimi kolaylaştırıyor, kansızlığı gideriyor ve bebeklerin gelişimi için çok faydalı.
İncir: Bağırsakları çalıştırıyor, enerji veriyor ve cinsel güce yardımcı. Yüksek kan basıncını düşürüyor, kemik yoğunluğunu artırıyor.
Ananas: Bakteri ve parazitlerle savaşmaya yarıyor. Sindirimi kolaylaştırıyor, iltihaplanma riskini azaltmada ve yaraların hızla iyileşmesini sağlamada etkili
 
DOSTLUK ÜZERİNE
Her rüzgâr savuracak bir toz bulur. Her hayal yaşanacak bir can bulur... Her düş gerçekleşecek bir umut bulur... Kolay bulunmayan tek şey güzel bir dostluktur...
 Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik... Ama
basit bir sanatı unuttuk...
İNSAN gibi yaşamayı biliyor muyuz?
 Zengin; çok mala sahip olana denmez, zengin kalbi olana denir. Kalp zenginliğinden mahrum olan kimse, ne kadar geniş servete sahip olursa olsun yine fakirdir. Tamamı ve hırsı sebebiyle de halk nazarında hakirdir. Kalbi zengin olan kimse de ne kadar fakir olsa herkesin nazarında muhteremdir
 Paylaşacak dostlarınız yoksa iyi şeylere sahip olmanın bir zevki yoktur 
 Dost dediğin, sevilecek biri olmadığı zamanlarda bile  seni sevmeli. Sarılacak biri olmadığı zamanlarda bile sana sarılmalı, dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı, Dost dediğin fanatik olmalı, bütün dünya seni üzdüğünde bile sana moral Vermeli, Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli Ve ağladığında seninle ağlamalı, Ama hepsinden daha çok, dost matamatiksel olmalı! Sevinci çarpmalı, Üzüntüyü bölmeli, Geçmişi çıkartmalı, Yarını toplamalı...Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı
 Sevgiye herzaman yeri olan yüreği kocaman dostlara...
 

                                             İBRETLİ HİKAYELER

1.Hikâye

Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.
1.Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.

2. Hikâye


En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır.
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.
Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı o lmam gerekiyor.
2. Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.

3. Hikâye


Geleceğini biliyordum…
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.
Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür.
Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı.
Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…
3. Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.


'Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.
Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.
Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur. Afrika Atasözü
Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak hayatın anlamlı olmasını sağlar.
Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya. Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer.
Ancak öykünün uzun olması değil, iyi olması önemlidir…..

__._,_._

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ ?


• Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde, midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşturduğunu ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önlediğini…
• Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağırsaklara kaçmasını önleyeceğini ve mide dolunca da doygunluk hissi vererek çok fazla yemeden kalkılacağını…
• Yemek yerken yemeğin ortasında su içildiğinde içilen suyun yenilen gıdaların sindirilmesine, gerekli vitaminlerin emilmesine katkıda bulunduğunu ve midede doygunluk hissi vererek az yemeye vesile olduğunu…
• Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunduğunu..
• Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkılabileceğini…
• Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayağın düşmeyi engelleyerek vücudu dengelediğini..
• Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmenin kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önlediğini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiğini…
• Kesintisiz uyunan uzun gece uykularının, damarlarda vazodilatasyona (damar genişlemesi) neden olduğunu, uyku ortalarında kalkıp el yüz yıkamak (ör: abdest almak) az yorucu egzersizler yapmanın (ör: teheccüd namazı) vazodilatasyonu engellediğini ve daha zinde kalkılabileceğini…
 
• Bütün bunların, 1400 sene evvel Peygamberimiz (sav) in yaptığı ve ümmeti için de tavsiye ettiği sünnet-i seniyyeler olduğunu biliyormuydunuz.


 
Hayatta Her Şey İnsanlar İçin...!!!

 
 Cevremdeki insanlar yaptığım zulümden dolayı benden uzaktılar..

 Dedi ki:
Günlerden bir gün Evlenmeyi arzuladım ve bir cocuk sahibi olmayı..
Evlendim ve bir çocuğum oldu..Adını Fatma koydum..Onu cok sevdim..Ve Fatma büyüdükçe kalbimdeki imanda onunla büyüdü  büyüdü..Kalbimdeki isyanda azaldı onunla..
Elimde içki kadehi vardı onu içme isteğiyle doldurmuştum, Fatma onu devirdi..daha yaşı iki bile değildi..
 
Sanki ona bunu yaptıran Allahtı!
O büyüdükçe kalbimdeki imanda onunla büyüdü..Allah'a yaklaştığım her bir adımda içinde olduğum maasilerden(isyanlardan)  uzaklaştım biraz biraz..
Ta ki Fatma 3 yaşına basana kadar..
3 Yaşını bitirdiğinde Fatma öldü!!
 Ve Malik Ibnu Diynar devam ediyor anlatmaya:
 Kızım Fatma ölünce durumum vaziyetim eskisinden dahada kötü oldu..
Ve bende çevremdeki müslümanlarda olan ve beni bu büyük üzüntüye karşı dayanmamı sağlıyacak sabır yoktu..
 Herşey çok kötüye gidiyordu..Şeytan durmadan benimle oynuyordu..Ta ki o gün geldi ve şeytan bana dedi ki:
 "Bugün öyle bi sarhoş olacaksın ki daha önce hiç böyle sarhoş olmadın!!"
Ve ben o gece içmeye ve sarhoş olmaya azmetmiştim..Gece boyu içtim..içtim.. içtimm!!
 Öyle bir duruma gelmiştim ki rüyalar beni birbirine atıyordu..Taki o rüyayı görene kadar:
 Rüyamda kıyamet günündeydim!güneş kararmış,denizler ateşe çevrilmiş,depremler oluyordu durmadan..
 İnsanların hepsi kıyamet günündeydi..İnsanlar zümre zümre..grup gruptu..ve ben o insanların arasındaydım..
Sesler duyuyordum birisi sesleniyordu:
Ey Filan oglu filan!! Cabbara hesap vermeye hadi! Diyordu ..
 Ve o çağrılan insanın yüzünün rengi simsiyah olmuştu duyduğu o korkudan..
Birçok insan çağrıldı.. ta ki kendi ismimi duyana kadar..
Ses beni çağırıyordu..Haydi Cabbar'a hesap vermeye!! diyordu..
 O an çevremdeki o insan kalabalığından kimse kalmamıştı.. Kıyamet günü..Mahşer yeri bomboştu..
Sonra bir anda karşımda bir fare gördüm, çok büyüktü(devdi),çok vahşi ve çok saldırgandı..çok güçlüydü..Ağzı açık bana doğru koşuyordu..
Bende duyduğum korku ve dehşetten dolayı ondan kaçmaya başlamıştım..
Kaçarken bir anda karşımda oldukça yaşlı ve zayıf bir adam gördüm!ve ona seslendim:
-AHH!!Beni bu dev fareden kurtar!!
Bana dedi ki:Oğlum Ben çok zayıfım seni ondan kurtaracak gücüm yok.Ama şu yönde koş eminim kurtuluşa ereceksin..
 Ben onun dediği yöne dogru koşmaya başladım..Dev fare hala arkamdaydı ve  beni kovalıyordu..Ve karsıma cehennemin ateşi çıktı..Yüzümde hissediyordum o dehşetli sıcaklığı!!!
Fareyle cehennem arasında sıkışmıştım..
Ve kendi kendime dedim ki o an..Ben bu fareden ateşe düşmek için mi kaçıyorumm!!
 Ve koşa koşa bana bu yolu tarif  eden o zayıf adama doğru koşmaya başladım..Fare de peşimdeydi gittikçe yaklaşıyordu bana...  çok korkuyordum!!Adamın yanına geri geldim ve ona dedim ki:
-Allah aşkına beni bu fareden kurtar yalvarırımm!
Ve yaşlı adam benim halime ağlıyordu..
Bana dedi ki:
Beni görüyorsun ben çok zayıfım güçsüzüm benim seni kurtaracak halim yok..Ama bu sefer şu yönde koş!bu sefer inşallah kurtuluşa ereceksin….
 Adamın dediği yönde koştum deli gibi..Fare hala kovalıyordu bir adım arkamdan koşuyordu..Beni ısıracaktı az kalmıştı…Ta ki karşımda o dağı görene kadar…
O dağın üstünde bir sürü bebek vardı..
Ve o dağın üzerinde bulunan çocukların hepsi ağlıyorlardı..hepsi de aynı şeyi söyleyerek ağlıyor haykırıyorlardı..
Diyorlardı ki:
-Ey Fatmaa!! Babana bakk! Babana Bakkk!!
 Malik ibnu Diynar dedi ki:
O an o çocuğun kızım Fatma olduğunu anlamıştım..
Ve o an 3 yaşında olup ta cennete gitmiş bir kızım olduğuna çok sevinmiştim..Beni bu dehşetli korkudan(fareden) kurtarıp Cennete sokacaktı…
Kızım beni sağ eliyle tuttu ve kurtardı…
Ve sol eliyle fareyi itti..ben o an korkudan ölü gibiydim..
 Sonra tıpkı dünyadayken olduğu gibi onu kucağıma oturttum!
Bana dedi ki:
Ey Babacığım! Deyip şu ayeti okudu bana:
ألم يأن للذين آمنوا أن تخشع قلوبهم لذكر الله 
Meali: "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın Zikrine dönmesinin zamanı gelmedi mi?"
 Ona dedim ki:
Kızımm!Bu fare neydi bana anlat!!
 Dedi ki:O fare senin dünya da içinde olduğun işlediğin kötü amellerindi..Onu sen besledin büyüttün ve onun seni yiyebilecek büyüklüğe  sen ulaştırdın!!
 Ey Babacığımm!Sen bilmiyormusun ki Dünya da işlenen ameller Ahirette kıyamet gününde mucessem olarak karsımıza çıkar!!
 Ona dedimki:
Peki o zayıf adam?
 Dedi ki:
O Yaşlı ve zayıf adam senin güzel amellerin di..Sen onu böyle zayıf böyle güçsüz..böyle çaresiz bıraktın..onu kendi haline ağlattın..!!!Seni kurtarmasına izin veremiyecek duruma sen koydun!
Eger ben doğmasaydım ve küçük yaşta günahsız olarak ölmeseydim seni bu dehşetten kurtaracak başka birsey yoktu!
 O an uykudan ağlaya ağlaya uyandım!
Ağzımdan çıkan şu kelimeler le:
Evet Allahım vakti geldi..Evett Allahımmmmmm vakti geldii!!
 Hemen gusul abdesti alıp giyinip camiye koşayım sabah namazına! Günahlarımdan arınmak kendime cennet yolunu çizmek..tövbe etmek Allah'a yalvarmak için…
Camiye girdiğim an imamın okuduğu o ayet!!!
Rüyamda kızımın beni kurtardığında okuduğu ayetti!!
ألم يأن للذين آمنوا أن تخشع قلوبهم لذكر الله
   Meali: "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine dönmesinin zamanı gelmedi mi?"
 Bunları yaşayan kişi…
Tabiinlerin imamlarının efendisi!!
MALiK BiN DiYNAR!!!
 O insanlar arasında geceler boyu ağlamasıyla bilinirdi…
 Ve derdi ki:
Allah'ım! Kimin cennete gireceğini,kimin cehenneme gireceğini sadece sen bilirsin!
 Ben bunlardan hangisiyim???
 Allah'ım!!Beni cennet ehlinden eyle! Cehennem ehlinden eyleme!
 Malik Bin Diynar büyük bir tövbe etti..
Ve insanlar arasında şöyle meşhur oldu:
 Caminin kapısına giderdi ve insanlara seslenirdi..derdi ki:
 Ey asi insanlar ey günahkar insanlar…Allahınıza dönün!!Gafil insanlar….Allahınıza dönün!!!
 Ey Allah'tan kaçan kullar..Allahınıza dönün!
 Rabbin sana gece gündüz sesleniyor!Seni çağırıyor!!!
  "BANA BİR KARIŞ YAKLAŞANA BEN BİR DİRSEK YAKLAŞIRIM..BANA BİR DİRSEK YAKLAŞANA BEN BİR KULAÇ YAKLAŞIRIM…BANA YÜRÜYENE BEN KOŞARIM!!..
 La ilahe illa ente Sübhaneke…inni küntü min ez-zalimin(tövbe duası)
 Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
 أن يهدي الله بيدك رجلا واحدا خير لك من الدنيا وما فيها!
Meali:
"Bir insanın hidayetine vesile olman senin için dünyadan ve içindeki herşeyden hayırlıdır"
 Bunu tanıdığınız herkese yollamanızı istiyorum..Çünkü bildiğini öğretmek haktır!
Göndereceğim kişiler bunları biliyor demeyin,hatırlatmak efdaldir!
 Belkide bir kisinin hidayetine vesile olacaksınız!Ve sevapların en büyüklerinden kazanacaksınız
  Hayatta Her Şey İnsanlar İçin...!!!
 
Cevremdeki insanlar yaptığım zulümden dolayı benden uzaktılar..

 Dedi ki:
Günlerden bir gün Evlenmeyi arzuladım ve bir cocuk sahibi olmayı..
Evlendim ve bir çocuğum oldu..Adını Fatma koydum..Onu cok sevdim..Ve Fatma büyüdükçe kalbimdeki imanda onunla büyüdü  büyüdü..Kalbimdeki isyanda azaldı onunla..
Elimde içki kadehi vardı onu içme isteğiyle doldurmuştum, Fatma onu devirdi..daha yaşı iki bile değildi..
 Sanki ona bunu yaptıran Allahtı!
O büyüdükçe kalbimdeki imanda onunla büyüdü..Allah'a yaklaştığım her bir adımda içinde olduğum maasilerden(isyanlardan)  uzaklaştım biraz biraz..
Ta ki Fatma 3 yaşına basana kadar..
3 Yaşını bitirdiğinde Fatma öldü!!
 Ve Malik Ibnu Diynar devam ediyor anlatmaya:
 Kızım Fatma ölünce durumum vaziyetim eskisinden dahada kötü oldu..
Ve bende çevremdeki müslümanlarda olan ve beni bu büyük üzüntüye karşı dayanmamı sağlıyacak sabır yoktu..
 Herşey çok kötüye gidiyordu..Şeytan durmadan benimle oynuyordu..Ta ki o gün geldi ve şeytan bana dedi ki:
 "Bugün öyle bi sarhoş olacaksın ki daha önce hiç böyle sarhoş olmadın!!"
Ve ben o gece içmeye ve sarhoş olmaya azmetmiştim..Gece boyu içtim..içtim.. içtimm!!
 Öyle bir duruma gelmiştim ki rüyalar beni birbirine atıyordu..Taki o rüyayı görene kadar:
 Rüyamda kıyamet günündeydim!güneş kararmış,denizler ateşe çevrilmiş,depremler oluyordu durmadan..
 İnsanların hepsi kıyamet günündeydi..İnsanlar zümre zümre..grup gruptu..ve ben o insanların arasındaydım..
Sesler duyuyordum birisi sesleniyordu:
Ey Filan oglu filan!! Cabbara hesap vermeye hadi! Diyordu ..
 Ve o çağrılan insanın yüzünün rengi simsiyah olmuştu duyduğu o korkudan..
Birçok insan çağrıldı.. ta ki kendi ismimi duyana kadar..
Ses beni çağırıyordu..Haydi Cabbar'a hesap vermeye!! diyordu..
 O an çevremdeki o insan kalabalığından kimse kalmamıştı.. Kıyamet günü..Mahşer yeri bomboştu..
Sonra bir anda karşımda bir fare gördüm, çok büyüktü(devdi),çok vahşi ve çok saldırgandı..çok güçlüydü..Ağzı açık bana doğru koşuyordu..
Bende duyduğum korku ve dehşetten dolayı ondan kaçmaya başlamıştım..
Kaçarken bir anda karşımda oldukça yaşlı ve zayıf bir adam gördüm!ve ona seslendim:
-AHH!!Beni bu dev fareden kurtar!!
Bana dedi ki:Oğlum Ben çok zayıfım seni ondan kurtaracak gücüm yok.Ama şu yönde koş eminim kurtuluşa ereceksin..
 Ben onun dediği yöne dogru koşmaya başladım..Dev fare hala arkamdaydı ve  beni kovalıyordu..Ve karsıma cehennemin ateşi çıktı..Yüzümde hissediyordum o dehşetli sıcaklığı!!!
Fareyle cehennem arasında sıkışmıştım..
Ve kendi kendime dedim ki o an..Ben bu fareden ateşe düşmek için mi kaçıyorumm!!
 Ve koşa koşa bana bu yolu tarif  eden o zayıf adama doğru koşmaya başladım..Fare de peşimdeydi gittikçe yaklaşıyordu bana...  çok korkuyordum!!Adamın yanına geri geldim ve ona dedim ki:
-Allah aşkına beni bu fareden kurtar yalvarırımm!
Ve yaşlı adam benim halime ağlıyordu..
Bana dedi ki:
Beni görüyorsun ben çok zayıfım güçsüzüm benim seni kurtaracak halim yok..Ama bu sefer şu yönde koş!bu sefer inşallah kurtuluşa ereceksin….
 Adamın dediği yönde koştum deli gibi..Fare hala kovalıyordu bir adım arkamdan koşuyordu..Beni ısıracaktı az kalmıştı…Ta ki karşımda o dağı görene kadar…
O dağın üstünde bir sürü bebek vardı..
Ve o dağın üzerinde bulunan çocukların hepsi ağlıyorlardı..hepsi de aynı şeyi söyleyerek ağlıyor haykırıyorlardı..
Diyorlardı ki:
-Ey Fatmaa!! Babana bakk! Babana Bakkk!!
 Malik ibnu Diynar dedi ki:
O an o çocuğun kızım Fatma olduğunu anlamıştım..
Ve o an 3 yaşında olup ta cennete gitmiş bir kızım olduğuna çok sevinmiştim..Beni bu dehşetli korkudan(fareden) kurtarıp Cennete sokacaktı…
Kızım beni sağ eliyle tuttu ve kurtardı…
Ve sol eliyle fareyi itti..ben o an korkudan ölü gibiydim..
 Sonra tıpkı dünyadayken olduğu gibi onu kucağıma oturttum!
Bana dedi ki:
Ey Babacığım! Deyip şu ayeti okudu bana:
ألم يأن للذين آمنوا أن تخشع قلوبهم لذكر الله
 Meali: "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın Zikrine dönmesinin zamanı gelmedi mi?"
 Ona dedim ki:
Kızımm!Bu fare neydi bana anlat!!
 Dedi ki:O fare senin dünya da içinde olduğun işlediğin kötü amellerindi..Onu sen besledin büyüttün ve onun seni yiyebilecek büyüklüğe  sen ulaştırdın!!
 Ey Babacığımm!Sen bilmiyormusun ki Dünya da işlenen ameller Ahirette kıyamet gününde mucessem olarak karsımıza çıkar!!
 Ona dedimki:
Peki o zayıf adam?
 Dedi ki:
O Yaşlı ve zayıf adam senin güzel amellerin di..Sen onu böyle zayıf böyle güçsüz..böyle çaresiz bıraktın..onu kendi haline ağlattın..!!!Seni kurtarmasına izin veremiyecek duruma sen koydun!
Eger ben doğmasaydım ve küçük yaşta günahsız olarak ölmeseydim seni bu dehşetten kurtaracak başka birsey yoktu!
 O an uykudan ağlaya ağlaya uyandım!
Ağzımdan çıkan şu kelimeler le:
Evet Allahım vakti geldi..Evett Allahımmmmmm vakti geldii!!
 Hemen gusul abdesti alıp giyinip camiye koşayım sabah namazına! Günahlarımdan arınmak kendime cennet yolunu çizmek..tövbe etmek Allah'a yalvarmak için…
Camiye girdiğim an imamın okuduğu o ayet!!!
Rüyamda kızımın beni kurtardığında okuduğu ayetti!!
ألم يأن للذين آمنوا أن تخشع قلوبهم لذكر الله 
 
Meali: "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine dönmesinin zamanı gelmedi mi?"
 Bunları yaşayan kişi…
Tabiinlerin imamlarının efendisi!!
MALiK BiN DiYNAR!!!
 O insanlar arasında geceler boyu ağlamasıyla bilinirdi…
 Ve derdi ki:
Allah'ım! Kimin cennete gireceğini,kimin cehenneme gireceğini sadece sen bilirsin!
 Ben bunlardan hangisiyim???
 Allah'ım!!Beni cennet ehlinden eyle! Cehennem ehlinden eyleme!
 
Malik Bin Diynar büyük bir tövbe etti..
Ve insanlar arasında şöyle meşhur oldu:
 Caminin kapısına giderdi ve insanlara seslenirdi..derdi ki:
 Ey asi insanlar ey günahkar insanlar…Allahınıza dönün!!Gafil insanlar….Allahınıza dönün!!!
 Ey Allah'tan kaçan kullar..Allahınıza dönün!
 Rabbin sana gece gündüz sesleniyor!Seni çağırıyor!!!
  "BANA BİR KARIŞ YAKLAŞANA BEN BİR DİRSEK YAKLAŞIRIM..BANA BİR DİRSEK YAKLAŞANA BEN BİR KULAÇ YAKLAŞIRIM…BANA YÜRÜYENE BEN KOŞARIM!!..
 La ilahe illa ente Sübhaneke…inni küntü min ez-zalimin(tövbe duası)
 Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
 أن يهدي الله بيدك رجلا واحدا خير لك من الدنيا وما فيها!
Meali:"Bir insanın hidayetine vesile olman senin için dünyadan ve içindeki herşeyden hayırlıdır"
 Bunu tanıdığınız herkese yollamanızı istiyorum..Çünkü bildiğini öğretmek haktır!
Göndereceğim kişiler bunları biliyor demeyin,hatırlatmak efdaldir!
 Belkide bir kisinin hidayetine vesile olacaksınız!Ve sevapların en büyüklerinden kazanacaksınız
 Hayatta Her Şey İnsanlar İçin...!!!
 Cevremdeki insanlar yaptığım zulümden dolayı benden uzaktılar..
 Dedi ki:
Günlerden bir gün Evlenmeyi arzuladım ve bir cocuk sahibi olmayı..
Evlendim ve bir çocuğum oldu..Adını Fatma koydum..Onu cok sevdim..Ve Fatma büyüdükçe kalbimdeki imanda onunla büyüdü  büyüdü..Kalbimdeki isyanda azaldı onunla..
Elimde içki kadehi vardı onu içme isteğiyle doldurmuştum, Fatma onu devirdi..daha yaşı iki bile değildi..
 Sanki ona bunu yaptıran Allahtı!
O büyüdükçe kalbimdeki imanda onunla büyüdü..Allah'a yaklaştığım her bir adımda içinde olduğum maasilerden(isyanlardan)  uzaklaştım biraz biraz..
Ta ki Fatma 3 yaşına basana kadar..
3 Yaşını bitirdiğinde Fatma öldü!!
 Ve Malik Ibnu Diynar devam ediyor anlatmaya:
 Kızım Fatma ölünce durumum vaziyetim eskisinden dahada kötü oldu..
Ve bende çevremdeki müslümanlarda olan ve beni bu büyük üzüntüye karşı dayanmamı sağlıyacak sabır yoktu..
 Herşey çok kötüye gidiyordu..Şeytan durmadan benimle oynuyordu..Ta ki o gün geldi ve şeytan bana dedi ki:
 "Bugün öyle bi sarhoş olacaksın ki daha önce hiç böyle sarhoş olmadın!!"
Ve ben o gece içmeye ve sarhoş olmaya azmetmiştim..Gece boyu içtim..içtim.. içtimm!!
 Öyle bir duruma gelmiştim ki rüyalar beni birbirine atıyordu..Taki o rüyayı görene kadar:
 Rüyamda kıyamet günündeydim!güneş kararmış,denizler ateşe çevrilmiş,depremler oluyordu durmadan..
 İnsanların hepsi kıyamet günündeydi..İnsanlar zümre zümre..grup gruptu..ve ben o insanların arasındaydım..
Sesler duyuyordum birisi sesleniyordu:
Ey Filan oglu filan!! Cabbara hesap vermeye hadi! Diyordu ..
 Ve o çağrılan insanın yüzünün rengi simsiyah olmuştu duyduğu o korkudan..
Birçok insan çağrıldı.. ta ki kendi ismimi duyana kadar..
Ses beni çağırıyordu..Haydi Cabbar'a hesap vermeye!! diyordu..
 O an çevremdeki o insan kalabalığından kimse kalmamıştı.. Kıyamet günü..Mahşer yeri bomboştu..
Sonra bir anda karşımda bir fare gördüm, çok büyüktü(devdi),çok vahşi ve çok saldırgandı..çok güçlüydü..Ağzı açık bana doğru koşuyordu..
Bende duyduğum korku ve dehşetten dolayı ondan kaçmaya başlamıştım..
Kaçarken bir anda karşımda oldukça yaşlı ve zayıf bir adam gördüm!ve ona seslendim:
-AHH!!Beni bu dev fareden kurtar!!
Bana dedi ki:Oğlum Ben çok zayıfım seni ondan kurtaracak gücüm yok.Ama şu yönde koş eminim kurtuluşa ereceksin..
 Ben onun dediği yöne dogru koşmaya başladım..Dev fare hala arkamdaydı ve  beni kovalıyordu..Ve karsıma cehennemin ateşi çıktı..Yüzümde hissediyordum o dehşetli sıcaklığı!!!
Fareyle cehennem arasında sıkışmıştım..
Ve kendi kendime dedim ki o an..Ben bu fareden ateşe düşmek için mi kaçıyorumm!!
 Ve koşa koşa bana bu yolu tarif  eden o zayıf adama doğru koşmaya başladım..Fare de peşimdeydi gittikçe yaklaşıyordu bana...  çok korkuyordum!!Adamın yanına geri geldim ve ona dedim ki:
-Allah aşkına beni bu fareden kurtar yalvarırımm!
Ve yaşlı adam benim halime ağlıyordu..
Bana dedi ki:
Beni görüyorsun ben çok zayıfım güçsüzüm benim seni kurtaracak halim yok..Ama bu sefer şu yönde koş!bu sefer inşallah kurtuluşa ereceksin….
 Adamın dediği yönde koştum deli gibi..Fare hala kovalıyordu bir adım arkamdan koşuyordu..Beni ısıracaktı az kalmıştı…Ta ki karşımda o dağı görene kadar…
O dağın üstünde bir sürü bebek vardı..
Ve o dağın üzerinde bulunan çocukların hepsi ağlıyorlardı..hepsi de aynı şeyi söyleyerek ağlıyor haykırıyorlardı..
Diyorlardı ki:
-Ey Fatmaa!! Babana bakk! Babana Bakkk!!
 Malik ibnu Diynar dedi ki:
O an o çocuğun kızım Fatma olduğunu anlamıştım..
Ve o an 3 yaşında olup ta cennete gitmiş bir kızım olduğuna çok sevinmiştim..Beni bu dehşetli korkudan(fareden) kurtarıp Cennete sokacaktı…
Kızım beni sağ eliyle tuttu ve kurtardı…
Ve sol eliyle fareyi itti..ben o an korkudan ölü gibiydim..
 Sonra tıpkı dünyadayken olduğu gibi onu kucağıma oturttum!
Bana dedi ki:
Ey Babacığım! Deyip şu ayeti okudu bana:
ألم يأن للذين آمنوا أن تخشع قلوبهم لذكر الله
 
Meali: "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın Zikrine dönmesinin zamanı gelmedi mi?"
 Ona dedim ki:
Kızımm!Bu fare neydi bana anlat!!
 Dedi ki:O fare senin dünya da içinde olduğun işlediğin kötü amellerindi..Onu sen besledin büyüttün ve onun seni yiyebilecek büyüklüğe  sen ulaştırdın!!
 Ey Babacığımm!Sen bilmiyormusun ki Dünya da işlenen ameller Ahirette kıyamet gününde mucessem olarak karsımıza çıkar!!
 Ona dedimki:
Peki o zayıf adam?
 Dedi ki:
O Yaşlı ve zayıf adam senin güzel amellerin di..Sen onu böyle zayıf böyle güçsüz..böyle çaresiz bıraktın..onu kendi haline ağlattın..!!!Seni kurtarmasına izin veremiyecek duruma sen koydun!
Eger ben doğmasaydım ve küçük yaşta günahsız olarak ölmeseydim seni bu dehşetten kurtaracak başka birsey yoktu!
 O an uykudan ağlaya ağlaya uyandım!
Ağzımdan çıkan şu kelimeler le:
Evet Allahım vakti geldi..Evett Allahımmmmmm vakti geldii!!
 Hemen gusul abdesti alıp giyinip camiye koşayım sabah namazına! Günahlarımdan arınmak kendime cennet yolunu çizmek..tövbe etmek Allah'a yalvarmak için…
Camiye girdiğim an imamın okuduğu o ayet!!!
Rüyamda kızımın beni kurtardığında okuduğu ayetti!!
ألم يأن للذين آمنوا أن تخشع قلوبهم لذكر الله
 
Meali: "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine dönmesinin zamanı gelmedi mi?"
 Bunları yaşayan kişi
Tabiinlerin imamlarının efendisi!!
MALiK BiN DiYNAR!!!
 O insanlar arasında geceler boyu ağlamasıyla bilinirdi…
 Ve derdi ki:
Allah'ım! Kimin cennete gireceğini,kimin cehenneme gireceğini sadece sen bilirsin!
 Ben bunlardan hangisiyim???
 Allah'ım!!Beni cennet ehlinden eyle! Cehennem ehlinden eyleme!
 Malik Bin Diynar büyük bir tövbe etti..
Ve insanlar arasında şöyle meşhur oldu:
 Caminin kapısına giderdi ve insanlara seslenirdi..derdi ki:
 Ey asi insanlar ey günahkar insanlar…Allahınıza dönün!!Gafil insanlar….Allahınıza dönün!!!
 Ey Allah'tan kaçan kullar..Allahınıza dönün!
 Rabbin sana gece gündüz sesleniyor!Seni çağırıyor!!!
 
"BANA BİR KARIŞ YAKLAŞANA BEN BİR DİRSEK YAKLAŞIRIM..BANA BİR DİRSEK YAKLAŞANA BEN BİR KULAÇ YAKLAŞIRIM…BANA YÜRÜYENE BEN KOŞARIM!!..
 La ilahe illa ente Sübhaneke…inni küntü min ez-zalimin(tövbe duası)
 Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
 أن يهدي الله بيدك رجلا واحدا خير لك من الدنيا وما فيها!
Meali:
"Bir insanın hidayetine vesile olman senin için dünyadan ve içindeki herşeyden hayırlıdır"
  Bu mevzuu tanıdığınız herkesin okumasını istiyorum..Çünkü bildiğini öğretmek haktırTavsiye edeceğim kişiler bunları biliyor demeyin,hatırlatmak efdaldir!
 Belkide bir kisinin hidayetine vesile olacaksınız!Ve sevapların en büyüklerinden kazanacaksınız
  ALINTI
 
 

Örnek Sokak 1a, 12345 Örnekşehir
+90 1234567890